22 Mart 2012 Perşembe

The Debt (2011)

Orta yaşı geçmiş erkek oyunculardan Robert De Niro, Al Pacino ve Morgan Freeman’ın yeri kalbimde nasıl ise kadın oyunculardan Helen Mirren ve Meryl Streep de benim için öyledir. The Debt filmini izlemek istememin tek nedeni Helen Mirren iken, konusu ve genç oyuncular da merak uyandırmıyor değil. Yönetmen koltuğunda daha önce “Shakespeare in Love”, “Captain Corelli’s Mandolin” ve “Proof” projeleriyle karşımıza çıkan John Madden oturuyor. Jane Goldman, Peter Straughan ve yapımcılardan biri olan Matthew Vaughn 113 dakikalık ABD yapımını kaleme alıyor. Matthew Vaughn’ı magazinden Claudia Schiffer’ın eşi olarak, sinema dünyasından da “Stardust” ve X-Men: First Class” filmlerinin yönetmeni; “Snatch”in de yapımcısı olarak tanıyabilirsiniz. Baş rollerinde Helen Mirren, Sam Worthington, Maron Csokas, Ciaran Hinds, Tom Wilkonson ve Jessica Chastain’in yer aldığı bu dram, gerilim, aksiyon ve casusluk (belki biraz tarihi ve psikolojik) türlerinin harmanlanmış hali 20 milyon $ bütçeye mal olmuştur. Hasılat ise şimdilik 45 milyon $ civarındadır. Ayrıca The Debt, 2007 yılında aynı adlı İsrail yapımı bir projenin tekrardan uyarlanışıdır.

1966 yıllında üç MOSSAD ajanı, Nazi rejiminin savaş suçlularını bulup ortadan kaldırmakla görevlendirir. Ana hedef Yahudilerin üzerinde deney yapan Birkenau lakaplı bir cerrahtır. Aradan geçen 30 yıl sonrasında Ukrayna’da eski bir Nazi’nin yaşadığı ihbarı gelince bu üç ajandan biri tekrardan göreve çağrılır. İhbarın doğruluğunu öğrenmek için yeniden kollar sıvanır.

The Help” filminde bolca övdüğüm Thomas Newman, farklı dönemleri içinde barındıran projede etkileyici müzik çalışmaları ile filmin sürükleyiciliğini sağlıyor. Yönetmenin ve kurgunun ön plana çıkması senaryonun bazı eksikliklerini örtüyor. Sahne geçişleri, renk kullanımı, dönem geçişlerini teknolojinin gücünü de arkalarına alarak kafa karıştırmadan sunulması çıtayı yükseltiyor. Tüm bunların yanında su, tren, siren, asansör gibi dış seslerin epeyce başarılı kullanılması ses teknolojisinden de etkili şekilde faydalandıklarını gösteriyor. Dövüş sahnelerinde kamera açısı ise heyecanı üst seviyeye çıkarıyor. Senaryoya gelindiğinde ise, yaşanmış olaylardan esinlenildiği için bazı yerlerin bilerek mi yoksa daha derine inmeden yüzeysel olarak ele alınma hedefiyle eksik bırakıldığını sormadan edemiyorsunuz. Yönetmen ve oyunculara bakıldığında senaryonun daha sağlam olmasını bekliyor seyirci lakin ulaşmak pek mümkün değil. Bir de filmin türünü yazarken dram, gerilim, aksiyon, casusluk ve hatta tarihi ve psikolojik olduğunu belirttim. Pek çok türü içermesi aslında zenginlikten öte bir nevi zayıflığını da gösterebilir. İzlerken hangi açıdan ele alacağınızı, nereye nasıl yöneleceğinizi tam seçemiyorsunuz.  Öykü gereği casusluk ilk sırayı kapabilir fakat gerilim ve psikolojisi de en az onun kadar ön plandadır. Eğer senaryo daha sağlam kaleme alınsaydı şu anda film çok daha üstlerde yer alır ve beğeniye sahip olurdu.
IMDB’den 7, Metacritic’ten 65, Rotten Tomatoes’tan da 76 puan alan film, genelde olumlu eleştirilerle karşılaşıyor. Oyuncu kadrosunun öne çıkması, dönem geçişlerinin etkisi, gerilim dozunun yüksekliği öne çıkan başarılar olarak aktarılıyor. IMDB ve Rotten Tomatoes’un puanı biraz yüksek görünse de işin içinde Helen Mirren varsa boynumuz kıldan ince oluyor.

2011 senesinde önüm arkam sağım solum Jessica Chastain oldu! “The Help” ve “The Tree of Life”tan sonra burada da karşıma çıkınca, onca usta oyuncuya yer ayıramazken şimdiden 3 kere blogta adını yazmak garip geliyor. Neyse ki ekrana o kadar yakışıyor ve bu işi o kadar başarılı sürdürüyor ki bundan sonra rol aldığı her projeyi izleyesim geliyor. Bu sene bir şekilde Oscar adayı olmazsa haksızlığa uğrayacağına inanıyorum.

Rachel karakterinden dolayı erkek oyuncular epeyce arka planda olsa da ben onların çok etkili ya da başarılı bir performans sergilediklerini göremedim. Belki verilen roller bu etkiyi yarattı. Tabi 1948 Danimarka doğumlu Jesper Christensen’ı ayrı tutmak gerekiyor. Öyle etkili bir performansı var ki nefretle hayranlık duyguları karışabiliyor.

Gelelim Helen Mirren’a... Onun kariyerini bir filmin altında özetlemek haksızlık gibi görünüyor. O yüzden hiç detaya inmeden karakter üzerinden gitmeyi tercih ediyorum. Ajan Rachel’ın 30 yıl sonraki halini canlandıran Mirren’ın 66 yaşına rağmen seyirci üzerinde kurduğu etkiyi kaç oyuncu başarabilir, meraklanıyorum. Üstelik canlandırdığı karakter evde oturan bir anne ya da babaanne değil; bildiğin ajan. Kadın konuşmadan dahi karakteri bize muhteşem sunuyor. Bakışları mı desem mimikleri mi desem yoksa seyircinin zaten koşulsuz olarak Mirren'a teslim olması mı desem bilemedim. Filmi çok çok beğenemesem de sırf Helen Mirren için izleyin derim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder