23 Mart 2012 Cuma

Black Bread (2010)

Orijinal adı Pa Negre olan İspanya ve Fransa yapımı drama, İspanya ulusal sinemasının en çok bilinen ödül töreni Goya Ödülleri’nde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu da dahil toplam 9 ödülün sahibi oldu. Bu kadar ödül toplayan bir Avrupa filmi elbette dikkat çekmiyor değil. Emili Teixidor’un aynı adlı kitabından uyarlanan filmin yönetmen ve senaristliğini 10’dan fazla filme imza atan İspanyol Agusti Villaronga üstleniyor. 108 dakikalık filmin baş rollerinde Francesc Colomer, Marina Comas, Nora Navas ve Sergi Lopez yer almaktadır.

11 yaşındaki Andreu, bir babanın ve küçük bir oğlunun orman içindeki son dakikalarına şahit olur. Babanın ve çocuğunun ölümünden Andreu’nın babasını sorumlu tutulur. Bundan dolayı babası kaçmak zorunda kalır. Çalışmak mecburiyetinde olan annesi ise Andreu ile ilgilenemeyip babaannesinin yanına yollarken, Andreu kendince gerçek katili bulmak için araştırmalar yapar. Bu arada hiç bilmediği şeylerle yüzleşir.

6 milyon $ bütçe ile çekilen Katalan dilindeki film, oldukça etkileyici bir sahne ile başlıyor. Devamı da bir o kadar başarılı ilerliyor. Uzaktan, sihirli gibi gelen müzik ise filmin akışını daha da güzelleştiriyor. Savaş sonrası bir toplumda dramın en dibine vurarak insanların hırslarını, aile ilişkilerini, ideallerini, geçim sıkıntılarını oldukça etkileyici bir şekilde ekrana yansıtıyor. Hatta tüm bunlar oldukça gerçekçi bir şekilde yüzünüze çarpıyor. Görsel olarak da epeyce göz doyurucu doğa manzaraları, kaliteli (konuya ve zamana göre) mekan seçimleri bulunuyor. Dekorlar ve kostümler de bunlara eklendiğinde sanki filmi izlemiyorsunuz da o anı yaşıyor gibi hissediyorsunuz. Bu da biraz masalsı yönünü ortaya koyabiliyor. Bunların yanında, film 108 dakikalık bir zamanı kaplıyor olsa da zaman zaman yavaş ilerlediğini fark edebiliyorsunuz. Tabi filmin gerçekçi yönünü ele aldığımızda, eğer hayat da her daim hızlı akıp geçmiyorsa filmin de akıcı sahnelerle ilerlemesini beklememek gerekir. Savaş sonrasını analttığı için tabi ki birçok simgeler, göndermelere de şahit olabiliyorsunuz. Bunlar da projeye ayrı bir lezzet katıyor. Diğer yandan, film çok ani bitiyor gibi geldi. Belki de kendimi çok kaptırdığım için bitmesini beklemiyordum.
Projenin gerek senaryo, gerek yönetmen, gerek de görsellik olarak zenginliğine oyuncu kadrosunun başarısı da eklendiğinde seyretmeye doyum olmuyor. Özellikle Avrupa filmlerinde nedense çocuk oyuncular olağanüstü bir performans sergiliyorlar. Bunu zaman zaman kaleme alıyor olsam da her defasında yazmaktan bıkmayacağım J Türk filmlerinde ya da Amerikan yapımlarında da bu gibi performanslara şahit olsam da denk mi geliyor bilmiyorum ama Avrupa filmlerinde çocuk oyuncuların rol yaptıklarına inanamıyorum. Andreu’nun annesi, babası ve diğer akrabalarını canlandıran oyuncular da (tabi unutmadan bir de zengin şişman kadın!) en az çocuklar kadar çarpıcıydılar. Başarılı kurgunun da sayesinde kendilerini ön plana çıkartabiliyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder